10 Nisan 2015 Cuma

Antalya Kaleiçi

KALEİÇİ,


Kaleiçi canımın içi...


Değişen dünyaya rağmen ruhunu ve görünümünü büyük ölçekte kaybetse de eski yerleşimler, kültürünü, antik yapılarını, yaşam biçimi, yaşam araçları ve iş kolları ile beraber günümüz dünyasına terk eden yeni yerleşimlere inat hala çok değerlidir. Dünyanın herhangi bir şehrine gittiğinde insanın görmek, hissetmek, eski zamanlara uzanmak isteyen tarafının ayaklarını yönlendireceği yer daima eski şehirlerdir!
Dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olan Varanasi'de dolaşırken sokakların darlığı ilk dikkatimi çeken şeylerden biriydi. Keza, eski şehir denince dar sokaklar mutlaka karşımıza çıkar. Dar ve karakteristik Kaleiçi sokakları gibi. Güzeller güzeli Mardin gibi, Kilis gibi, Antakya gibi…

Dar sokaklar yürüdükçe insanı tarihe, eski zamanlara çağırır. Bu çağrı meraktan bilme isteğine uzanır. Kentin mimari yapılarına kıyasla, doğal dokusunun büyüleyiciliği, toprağın verimliliği, tabiatın zenginliği her zaman daha değerlidir. Bir 'At Nalı’ duruşu ile koyu saran antik Kaleiçi tarihine Antalya'da yaşamış biri olarak ben de bir başka gözle bakıyorum.
Rivayetler, şehrin ilk kurucusunun Bergama Kralı II.Attalos olduğunu söyler! Attalos, surların içinde kuzeyde ve güneyde iki ayrı şekilde konumlanmış iki ayrı küçük kenti ve limanlarını birleştirerek yeni bir kent kurmuş ve kente kendi adına izafeten 'Attelia' adını vermiş.*


Kenti çevreleyen kale, Attalos zamanında yapılmış, Hellenistik dönemin bir eseri. Dış kaleden başka zamanla daha iç içe birçok sur daha yapılmış. İdari, dini ve askeri ayrılıklar şehrin içini altı kısma bölmüş. Yunan, Bergama, Roma, Bizans dönemlerinden sonra Selçuklu, Karaman, Tekelioğlu ve Osmanlı'dan aldığı etkilerle çehreden çehreye bürünen antik kent, Cumhuriyet döneminde de yıkım kararlarından nasibini almış ve yazık ki günümüze gelene kadar birçok kayba uğramış! Antalya'nın biricik Eski Şehri'ne doğal afetlerin bile yapamadığı tahribatı insanoğlunun maddi çıkarları yüzünden yanlış ve yanlı olduğu tartışma götürmeyen politikalar yapmış. Yine de 'Minare yıkılır, mihrap yerinde kalır' misali yıktırılan kaleleri, burçları, kulelerine rağmen tarihi yapıların, surların, taşların antik görünümleriyle Kaleiçi hala güzel.
Tarihi eserlerin olduğu gibi korunmasına insanlık tarihi adına insanoğlunun gösterebileceği yegâne sorumluluk saygıdır! Ancak üzerinde oğlu Hektor'un cesedini vermesi için Truva Kralı Briyam'ın Aşil'e yalvarışını gösteren rölyefin de bulunduğu kale duvarı bugün artık yok. Kuleler, burçlar yıkılmış. Limanın girişini koruyan deniz içindeki kule yerinde değil. Var olduğu tespit edilen 76 kitabenin 54'ü kaybedilmiş! Tiyatro ve agora bugün hala toprak altında…

Antalya, antik çağlardan bu yana süregelen bir tarihe tanıklık etmiş bir şehirdi! Kayıp, tartışmasız çok büyüktür. İtalyanların sene 1919'da Antalya'yı işgali ile birlikte bölgedeki eski eserleri toplamaya başlamaları üzerine harekete geçen Süleyman Fikri Erten'in bir müze kurulmasını sağlamış olması bu soygunun önüne geçen çok önemli ve büyük bir adımdı. Surlar yıkılırken 'Tarih yıkılıyor' diyerek yapılan büyük yanlışa elinden geldiğince karşı durmuş bu değerli insanı saygı ile anıyorum.
Kimi tarihçiler antik kenti çeviren surların temelindeki sütun başlıkları, işlemeli taşlar göz önüne alınırsa kent tarihinin daha da eski zamanlara uzandığını düşünüyor! Ki İpek yolu'nun güneyde izlediği yol üzerinde adı geçen kervansaraylardan Şarapsa Han'ın Antalya -Alanya yolu üzerinde olması yerleşimin daha eski olduğunun bir işareti gibi! Ki tüm göçmen akınlarına, Arap korsanlarına, Orta Asya'dan kopup Mezopotamya'ya, Mısır'a, oradan da bu bölgeye gelip yerleşen muhacirlere rağmen daha da eskilere götürmekte tarih bizi. Zira Side, Perge gibi isimlerin Hititçe olduğunun araştırmacılar altını çizmektedir. Ki tüm izler insanlığın ortak kültür ve mirasıdır. Bu yüzden de irdelenmeleri ve korunmaları gerekir.

Dış kalenin dört, iç kalenin de bir kapısı olduğu bilinir. Dış kapılardan ilki bugün Kale Kapısı denilen saat kulesinin bulunduğu yerde yapılandırılmış hendekli, köprülü yapı imiş. Ki bu kapı şehrin batıya, kuzeye ve güneye giden yollara açılan batı kapısıymış. Tiberyus Kapısı da denilen bu kapı 1840'larda yıktırılmış. Bugün 'Kale Kapısı' veya 'Kapıağzı' denilen yerde, iki tarafı iki kule ile korunan muazzam bir kapı olduğu söylenir. Ortadan kaldırılmamış olsaydı Antalya, en orijinal şehirlerden biri olarak kalacaktı belki!
Dış kalenin ikinci kapısı, Doğu veya Üç kapılar diye de anılan Hadrianus Kapısı. Arkeolojik ve mimari değeri olan üç gözlü bir kapı. Yazılı tarihe göre M.S 130 yılında imparator Hadrianus'un Antalya'yı ziyareti onuruna yapılmış. Hiçbir iz kalmayan ikinci katında imparatorun ve ailesinin heykelleri bulunduğu tahmin ediliyor. Kapı, Perge, Aspendos, Side, Hatay, Suriye ve oradan doğuya kadar uzanan yolları kavuşturan bir önemde imiş zamanında. Orta Anadolu ile ilişkisi olması bakımından ticari, iktisadi ve siyasi merkezlere giden tek açık kapı!

Üçüncü kapı 'Orta kapı' diye anılan Hadrianus kapısının batısında imiş. Kapıdan günümüze hiç bir iz kalmamış. Burada bugün kaleden açıldığı belli olan bir gedikle Kaleiçi'ne bir yol geçildiği görülür sadece.
Dördüncü kapı ise Atatürk caddesinin sonundan Kale içine sapan yolun kapısıymış. Burada da hiç bir iz yok. Sadece bulunduğu semte adı yadigâr kalmış; Yenikapı...
Bunların dışında iç kalede Balık Pazarı denilen yerde sonradan restore edilmiş bir kapı var. Bugün bir vakitler güney cephesinde bulunan kitabesi bugün Antalya müzesinde sergileniyor.
Antik şehrin simgesi haline gelen Yivli Minare, özgün mimari tarzı ile Selçuklulardan yadigâr. Alaattin Keykubat dönemi yapımı Selçuklu imzasını taşıyan Karatay medresesi de taş işçiliği üzerine görülmeye değer. Mevlevihane, Mevlevihane hamamı, İmaret Medresesi, Atabey Armağan medresesi de bugün ayakta kalan tarihi eserler arasında.


Kesik Minare olarak anılan 'Cumanın Camii' olarak da bilinen Antik ve Bizans mimarisi yapı kalıntıları, neredeyse iki bin yıllık bir tarihe uzanıyor. Üç değişik plan tipinin yüzyıllar boyunca ayrı ayrı yapı evreleri olarak tek bir kilise yapısında gerçekleştirildiği tek örnek olarak gösterilmiş kayıtlarda. 16. yy. başlarında Sultan Korkut tarafından yapının bir kısmının camiye dönüştürülmesinden sonra Korkut Camii olarak anılmaya başlamış.
Kale Kapısından aşağıya inen dik yokuş, aşağı akıp giden su misali yürüyeni İskele'ye ulaştırıyor. Kaleiçi'nin ilk ve tarihi limanı, Yat Limanı malum. Tarihi tersanesinde Akdeniz'in en güzel gemileri yapılırmış. Barbaros Hayrettin de ilk gemilerini burada yapmış. Limanın eskiden iki dalgakıranı ve uçlarında onları koruyan iki kule olduğu söylenir. Gemilerin seyir haritalarında nirengi noktası olarak kullanılan ikinci kule ise yıktırılmış. Mendirek ve kulenin birini ise dalgalar alıp götürmüş. Kalenin deniz savunma sistemi de bir belediye reisinin evinin manzarasını bozuyor diye yıktırılmış! O kale, o duvarlar, o dilimli mazgallar da artık yok!
Tersanenin gerisinden yukarıya çıkan merdivenler 'Kırk merdiven' olarak anılıyor. Heybetli güzelliğiyle Beydağları'nın denizle birleşen enfes görüntüleri, bugün de merdivenleri tırmandıkça, güzelliğini izleyenlerle paylaşmaya devam ediyor.
Gelelim Mevlevihane’ye. Mevlana'nın Antalya'yı ziyareti bilinen en önemli ziyaretlerden biri. Mevlevihanenin tarihine bir göz atılırsa, Mevlana'nın oğlu Sultan Veled'in de oğlu Arif Çelebi'nin her gittiği yerde Mevlevi zaviyeleri kurduğu biliniyor. Bu bilgiye ve kitabelere göre Antalya Mevlevihanesi 1312- 1320 yılları arasında kurulmuş olmalıdır. Ki İtalyanların işgaline kadar (1919) faal olduğu da söylenir. **
Kaleiçi'nde bulunan birçok hamamdan biri olan Mevlevihane hamamı Yivli Minare Külliyesi içinde. Yivli Minare hamamı olarak da anılır.** Bugün Sefa hamamı olarak bilinen 600 yıllık yapı ise 13.yy Selçuklu mimarisi özelliğini taşıyan, Roma mimarisi izlerini de barındıran bir yapı imiş.
'Hıdırlık kulesi' olarak anılan kale burcu ise bir savunma kulesi olup bir vakitler kara ve deniz savunma sistemlerini birbirine bağlarmış. Bugün sadece enfes görünümü ve asaletiyle günü karşılayıp güneşin batışını selamlamaya devam ediyor sessizce. Bir dönem içinde tiyatro eserleri sahneliyordu. Şimdi yasaklandığını biliyorum. İçinde izleyici olarak bulunduğum en nefes kesici mekandır benim için.
Günümüzde kale burçları hediyelik eşya satılan yerlere, dar sokaklardaki cumbalı evler yeni görünümlere, tarihi evler otellere dönüşmüş durumda. Ama hala o sokaklar dar, hala cumbalı evler var. Antik yapılar eşsiz güzellikleriyle sessizce beklemekte hala. Evler sokağı gören cepheleri, sokağı görmeyen bahçeleri içinde hala gizemli. Duvarlar tıpkı surlar gibi iç ve dış dünyayı birbirinden ayırmış. Hala mahrem…
Tophane'de bir bardak çay içerken seyirlik bir köşede, bir taraftan Kaleiçi, bir taraftan Beydağları'nın kusursuz ve doyumsuz panoraması insanın dikkatini kitlemiş gibi. Falezlerin üzerinden görülen burçlar zamanın mimarisinin en tipik örnekleriyle dolu evleri saklar gibi. Kaybedilmiş ne varsa hala orda gibi…

KAYNAK
*    Antalya Kenti Kalesi''nin Tarihi, Burçlar, Kapılar ve Sur Duvarları, Cemil Cahit Sönmez
** Antalya Kaleiçi, Selçuklu ve Beylikler Dönemi Eserleri, Y.Mimar Cemil Cahit Sönmez
***  Bir zamanlar Antalya, Dr. Burhaneddin Onat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder